Orta Doğu

Sinvar'ın ölümü İsrail'i durduracak mı?

Milli İstihbarat Akademisi Başkan Yardımcısı Dr. Hakkı Uygur, Hamas Lideri Yahya Sinvar'ın ölümünden sonra Orta Doğu'yu bekleyen gelişmeleri AA Analiz için kaleme aldı.

Abone Ol

İsrail tarafından Aksa Tufanı Operasyonu'nun planlayıcısı ve yürütücüsü olmakla itham edilen Hamas Lideri Yahya Sinvar 16 Ekim'de Gazze'nin güneyinde işgal askerleriyle girdiği çatışmada hayatını kaybetti. Yayınlanan görüntülerle Sinvar'ın iddia edildiği gibi son bir yıldır yurtdışında ya da güvenli tünellerde olmadığı, aksine ön saflarda direniş güçleriyle birlikte çatışmaların içinde olduğu anlaşıldı. 31 Temmuz’da Tahran’da öldürülen İsmail Haniye'nin yerine örgütün liderliğine seçilen ismin ortadan kaldırılması İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) tarafından büyük bir başarı olarak nitelendirildi. ABD bu durumun kalıcı bir ateşkes için fırsat yaratacağını ifade ediyor. Ancak Binyamin Netanyahu yönetiminin 6 ülkeye uzanan saldırılarını sonlandırması beklenmiyor.

İsrail'in Lübnan saldırılarına cevap geldi

Sinvar’ın ölümü savaşın Filistin sınırları dışına taşarak başta Lübnan olmak üzere bölgeye yayıldığı bir döneme denk geldi. İsrail eylül ayı içinde Lübnanlı direniş grubu Hizbullah’a büyük darbeler indirdi. İsrail, Hizbullah Lideri Hasan Nasrallah başta olmak üzere komuta kademesinin hemen hepsini öldürerek örgüte tarihindeki en ağır darbeyi vurdu.

İsrail’in İran içindeki Haniye suikastına ya da Lübnan ve Suriye’deki varlıklarına karşı yoğunlaşan saldırılarına anlamlı bir yanıt vermeyen Tahran, Nasrallah’ın 27 Eylül'deki ölümüyle birlikte ''stratejik sabır'' olarak nitelendirdiği yaklaşımı sonlandırdığını net bir şekilde gösterdi ve 1 Ekim Salı günü İsrail’e yoğun bir hava saldırısında bulundu. İran’dan ateşlendiği belirtilen 180 civarındaki füzenin büyük bir kısmı 13 Nisan saldırısından farklı olarak İsrail’in ve destek koalisyonunun savunma sistemlerini aşmayı başardı. Füzeler başta hava üsleri olmak üzere ülke içindeki hedeflere isabet etti.

Operasyonun hemen ardından 4 Ekim’de Tahran’da kalabalık bir kitleye Cuma namazı kıldıran İran Lideri Ayetullah Ali Hameney ülkesinin direnişi desteklemekten vazgeçmeyeceğini vurguladı. İran, aynı gün Dışişleri Bakanı Abbas Erakçi’yi ve bir hafta sonra da Meclis Başkanı Muhammed Bakır Kalibaf'ı Beyrut'a göndererek Hizbullah ile dayanışma içinde olduğunu gösterdi. Aldığı darbelerin ardından toparlanmaya çalışan Hizbullah da benzer şekilde 16 Ekim’de çatışmayı yeni aşamaya taşıyacağını açıkladı. Hizbullah, 13 Ekim’de 4 İsrail askerinin öldüğü ve 70'e yakınının yaralandığı saldırının ardından 19 Ekim’de doğrudan İsrail Başbakanı Netanyahu’nun konutuna bir siha saldırısı düzenledi.

İsrail’in gerek Filistin ve Lübnan’daki yoğun sivil katliamı gerekse de direniş örgütlerine ve onların destekçisi olarak gördüğü Yemen’den İran’a kadar çeşitli ülkelere saldırılarını benzersiz seviyeye çıkarması ülkenin 7 Ekim’den sonra belirlediği stratejiye uygun olarak ilerliyor. Buna göre uğradığı saldırıyı bölgesel bir tasarım için fırsata dönüştürmek isteyen İsrail, bu amaçla ABD’nin de desteğini almış durumda. İsrail’in 7 Ekim öncesi var olan angajman kurallarının hepsini geçersiz sayması, örgüt liderlerini hatta İran’ın diplomatik varlıklarını hedef alması hemen bütün gözlemcilerde İsrail'in 1 Ekim saldırılarına da çok daha geniş kapsamlı bir saldırıyla cevap vereceği düşüncesini oluşturdu.

ABD'nin İsrail'e desteği savaşı büyütebilir

Son bir yıldır yaptığımız değerlendirmelerde İsrail-İran çatışma dinamiğinin temel belirleyicisi olduğunu ifade ettiğimiz ABD, 1 Ekim’den sonra İsrail’in İran’a yönelik misilleme saldırısına yeşil ışık yakmışa benziyor. ABD ile İsrail arasındaki görüşmelerin basına yansıyan içeriğinin saldırının yapılıp yapılmamasına yönelik değil hangi hedefleri içermesi gereğine dair olduğu görülüyor.

Bölge turu kapsamında Arap ülkelerine ziyaretler düzenleyen İran Dışişleri Bakanı Erakçi, Umman’da yaptığı açıklamada bu durumun altını çizdi ve gelinen noktanın vahameti nedeniyle nükleer konusunda ABD ile yürütülen temasların kesildiğini belirtti. İsrail’in İran’ın nükleer ve petrol tesislerine saldırmamasını isteyen ve ülke içindeki seçim gündemiyle meşgul olan Joe Biden yönetimi İsrail’in hava savunma zaafını kapatmak için ABD’ye ait Terminal Yüksek İrtifa Alan Savunma (THAAD) sistemlerini ve personelini İsrail’e gönderdi. Bunun İsrail'in muhtemel hava saldırısına yönelik bir adım olduğu değerlendiriliyor. İranlı yetkililer ve yönetime yakın kişiler bu hava saldırısının gerçekleşmesi halinde İran’ın 1 Ekim’den çok daha şiddetli bir saldırı düzenleyeceği konusunda uyarılarda bulunuyor. ABD Başkan adayı Donald Trump’ın tabiriyle ABD’nin ''sürekli birbirleriyle didişen okul haylazlarını birbirine dövdürme'' politikası bölgenin istikrar ve güvenliğini hiç olmadığı kadar kırılgan bir hale getirdi.

İsrail’in kapsamlı hava saldırısı senaryosunun gerçekleşmesi halinde İran’ın bütün orantılı reaksiyon çabalarına rağmen bölgesel bir savaşın tetiklenebileceğini söylemek abartılı değildir. Bu çerçevede, İranlı yetkililerin süreç içinde bölge Arap ülkelerine yönelik yaptığı hava sahalarını kullandırmama çağrıları önemlidir. Zira, İsrail uçakları İran’a ulaşabilmek için bu sahaları kullanmak zorunda. Dahası İsrail’e dönebilmeleri için de bu ülkeler üzerinde yakıt ikmali yapmaları gerekiyor. İsrail’in bu senaryoda bölgede yoğun bir hava varlığı olan ABD’nin yardımıyla hareket etmesi bekleniyor. Buna karşın ABD üslerinin ya da Ürdün ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi ülkelerin İran cephesi tarafından hedef alınıp alınmayacağı soru işareti olarak duruyor.

Son olarak, İsrail’in muhtemel İran saldırısına yönelik hazırlıklarının niteliğine dair ABD’ye ait istihbarat belgelerinin İran tarafından siber yöntemlerle elde edilmesinin üstünde durmak gerekiyor. Eğer bu belgeler iddia edildiği gibi ABD tarafından bilinçli olarak sızdırıldıysa bundan İsrail ve ABD arasında İran içinde vurulacak hedefler konusunda cereyan eden anlaşmazlığın ciddi olduğu sonucu çıkarılabilir. Burada gözden kaçırılmaması gereken husus, detaylardaki ihtilaflara rağmen, İsrail'in herhangi bir saldırısının her halükarda ABD’nin izniyle gerçekleşecek olmasıdır.

Türkiye nerede duruyor?

Türkiye, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın da 19 Ekim’de İran Dışişleri Bakanı Erakçi ile yapılan ortak basın toplantısında dile getirdiği üzere İran’ın herhangi bir kapsamlı saldırıya karşı kendisini savunma hakkına sahip olduğunu söylüyor. Ayrıca Ankara, İran ve Türkiye’nin ilelebet varlıklarını sürdüreceklerini ifade etmekten kaçınmıyor. Bu cümlelerin anlamı Ankara’nın bölgedeki katliamlardan ve savaş ortamından son tahlilde, İsrail’i ve yayılmacı politikalarını sorumlu tuttuğudur. Bölgenin tarihi sorumluluk taşıyan ülkesi olarak Türkiye, İsrail gibi savaşı kışkırtanlar da dahil olmak üzere kimsenin bu süreçten bir fayda sağlamayacağı konusunda kesin bir anlayışa sahip. Eğer üstün silah gücü ya da örgüt liderlerinin öldürülmesi bölgeye güvenlik sağlasaydı 1948'den itibaren ''kazanılan zaferler'' ya da 1996’da onlarca İsraillinin ölümünden sorumlu tutulan Yahya Ayyaş'ın öldürülmesinden sonra İsrail’in yaşadığı sevinç kalıcı olurdu.

Son yıllarda Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ve Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) tarafından düzenlenen operasyonlarla terör örgütünün alan bulmakta iyice zorlandığı ve Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani hükümetinin nispi bir istikrar sağladığı Irak bir an için kenara bırakılacak olursa, artan savaş ihtimali Türkiye'yi Suriye üzerinden ciddi biçimde ilgilendiriyor. Suriye'de bazı muhalif grupların son gelişmelerle birlikte İran ve Hizbullah’ın yaşadığı güç kaybını fırsat bilip rejime karşı alan kazanmaya çalışmaları oldukça muhtemel. Yine Rusya’nın İdlip’te yerleşik muhalif gruplara karşı hava saldırılarını yoğunlaştırması böylesi bir hareketi önlemeye yönelik olabilir. Benzer şekilde ABD’li yetkililerin yıllarca terör örgütü DEAŞ ve İran tehdidine karşı koruyup kolladıklarını iddia ettikleri terör örgütü PKK/YPG’nin muhtemel bir çatışma içinde alacağı pozisyon Türkiye için önemli olacaktır. Bütün diyalog mekanizmalarının ve süreçlerinin anlamını kaybettiği bir ortamda Ankara, sınırları ötesindeki terör örgütlerine karşı gerekli gördüğü tedbirleri almaktan çekinmeyecektir.

[Dr. Hakkı Uygur, Milli İstihbarat Akademisi Başkan Yardımcısıdır.]

* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Daily Ummah'ın editoryal politikasını yansıtmayabilir.