Türkiye

Türkiye'nin Filistin davasına müdahilliği ve metinde öne çıkan hususlar

Maastricht Üniversitesi Uluslararası Hukuk Bölümünden Selman Aksünger, Uluslararası Adalet Divanında (UAD) devam eden Filistin davasına Türkiye’nin müdahil olmasının önemini ve müdahillik metninde öne çıkan hususları kaleme aldı.

Abone Ol

Türkiye, UAD'de İsrail aleyhindeki Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi'nin Gazze Şeridi'nde uygulanmasına ilişkin davaya müdahillik bildirimini Divan Yazmanlığına sunarak, Nikaragua, Kolombiya, Libya, Meksika, Filistin ve İspanya’nın ardından bu yolu kullanan 7'nci ülke oldu.

Türkiye’nin müdahillik metni içerik açısından ve kullanılan başvuru yollarındaki çeşitliliğe imkan vermesi nedeniyle müdahil olması beklenen diğer ülkeler için yol gösterici bir metin olma özelliği taşıyor. Bu metin bu zamana kadar Gazze'deki soykırıma ilişkin müdahillik bildiriminde bulunan ülkeler arasında da Türkiye’yi dikkati çeken bir konuma getiriyor.

Türkiye’nin müdahilliğinin önemi

Türkiye müdahil olma adımında bulunarak Gazze’deki soykırım karşısındaki hukuki ve ahlaki yükümlülüklerine bağlılığını vurgularken, diğer devletlerin de ciddi insani krizleri ele alırken aynı yolu izlemeleri için bir emsal ortaya koyuyor.

Türkiye'nin metni, Soykırım Sözleşmesi'nin soykırımı önleme ve cezalandırma yükümlülüklerini tanımlayan 1, 2. ve 3. maddelerinin yorumlanmasına odaklanırken bu maddelerin İsrail'in Gazze’deki soykırımının ve sözleşmedeki diğer maddelerin ihlalinin tespit edilmesine imkan verdiğini savunuyor. Türkiye bu konulara değinerek sadece hukuki argümanlarını güçlendirmekle kalmıyor, aynı zamanda mevcut uluslararası hukuk söylemi bağlamında müdahalesinin gerekliliğini ve uygunluğunu da ortaya koyuyor.

Özellikle İsrail’i destekleyen Batılı devletler tarafından UAD'ye karşı baskı oluşturulması ihtimaline karşın Türkiye’nin müdahillik adımını atması, hem Divan’ın İsrail’in soykırımına hükmedilmesi hususunda politik açıdan güçlü bir ülke tarafından desteklenmesi hem de gelmesi muhtemel baskılara karşı koyabilmesi açısından önem arz ediyor.

Filistin meselesinde her türlü siyasi, diplomatik ve insani çabayı gösteren Türkiye’nin müdahillik adımı, tüm bu çabalarına “hukuki destek” imkanlarını da ekleyerek Gazze’deki soykırımın sonlanması noktasında çok yönlü çalışmalarının birbiriyle uyumlu şekilde ilerlediğini gösteriyor.

Müdahillik metni güçlü bir yasal dayanak ortaya koyuyor

Türkiye'nin müdahale beyanı, 1948 tarihli Soykırım Sözleşmesi maddelerinin nasıl yorumlanması gerektiği noktasında güncel içtihatları ve yorumları da içerecek şekilde, titizlikle hazırlanan bir metin olarak dikkati çekiyor.

UAD Statüsü'nün 63. maddesi devletlere, taraf oldukları bir sözleşmenin uygulanmasının söz konusu olduğu durumlarda müdahil olma hakkı tanırken, Soykırım Sözleşmesi'nin imzacılarından biri olan Türkiye, bu sözleşmenin Gazze bağlamında uygulanmasına ilişkin yorumlarını ve endişelerini sunmak üzere bu hakkını kullanıyor.

Türkiye tarafından sunulan metin UAD'nin İsrail'in İşgal Altındaki Filistin Topraklarındaki Politika ve Uygulamalarından Doğan Hukuki Sonuçlara ilişkin son tavsiye kararını yansıtan şimdiye kadar ki tek müdahillik metni olma özelliğini taşıyor.

Müdahillik metninde öne çıkan hususlar

Türkiye'nin hazırladığı metin hukuki teknik açıdan iyi yazılmış argümanları ve kapsamlı analiziyle farkını ortaya koyarken, içerik açısından da öne çıkan birçok özelliği bulunuyor.

İlk olarak UAD’nin en son 19 Temmuz'da verdiği danışma görüşüyle (28. paragraf) ve buradaki apartheid uygulamalarıyla (29. paragraf), İsrail’in Gazze’de işgalci ve sorumlu otorite olduğu (47. ve 59. paragraf) gibi konularla bağlantı kurulmuştu. Bu nedenle müdahillik metni, Divan’ın son içtihadının takip edildiğini belirtiyor ve Gazze’deki soykırımın tespitinde bu içtihatlara dayanılması gerektiğini tavsiye ediyor.

Bunun yanında metin, Birleşmiş Milletler (BM) organları ve kuruluşları tarafından yapılan değerlendirmeler ve raporlara özel önem atfedilmesi (39. paragraf) yoluyla İsrail’in Gazze’deki suçlarının bağımsız kuruluşlarca tespit edildiğinin dikkatlerden kaçmasını önlüyor.

Türkiye, soykırım sözleşmesinin hem soykırımı “önleme” hem de “cezalandırma” yükümlülüğünü getirdiğini ve bunların birbirinden bağımsız yükümlülükler olduğunu vurgulayarak (43. paragraf), İsrail’in soykırım sözleşmesinin çeşitli maddelerini ayrı ayrı ihlal ettiğini ortaya koyuyor.

Soykırım kastının ve suçunun oluştuğunun gösterilebileceğine ilişkin yorum yapılırken, Türkiye'nin müdahillik metninde ise bu suçlar delilleriyle ortaya konuyor. Gazze’deki sağlık sistemine saldırılar (74. paragraf), insani yardımların engellenmesi (78, 82. ve 86. paragraflar), soykırımın kanıtlarını ortaya çıkaran gazetecilerin hedef alınması delilleriyle ortaya konulan suçlardan bazılarıdır. (53. paragraf) Bunlara ek olarak, abluka uygulamalarının yanında sivillerin defalarca yerlerinden edilmesi (59. paragraf), İsrail’in Mahkeme’nin geçici tedbirlerini ısrarla uygulamaması (73. paragraf), açlık ve kıtlık uygulamaları (77. paragraf) ve dini referanslarla yapılan nefret söylemleri (93. paragraf) dikkate alınması gereken ve daha önceki davalarda ortaya koyulan suçlardandır.

Soykırımın ispatını neredeyse imkansız hale getirerek zorlaştıran “mümkün olan tek çıkarım” yaklaşımından vazgeçilmesi (111. paragraf) yönünde beyanda bulunan Türkiye, müdahillik yoluyla soykırım kastının belirlenmesindeki yüksek eşiğin Gazze’deki durum açısından rahatlıkla aşılabilmesine imkan sağlıyor.

Türkiye’nin ikili müdahillik stratejisi

Bunun yanında Türkiye, 63. maddeye ek olarak 62. madde kapsamında da müdahale etme hakkını saklı tuttuğunu bildirerek ikili bir müdahillik yolunu tercih edebileceğini gösteriyor (137. paragraf). Bu ayrıntı iki açıdan dikkati çekici; ilk olarak, Türkiye'nin 62. madde kapsamında müdahaleye olan ilgisi açıkça görülüyor, ikincisi ise Türkiye'nin sadece 63. madde kapsamında müdahaleyi yeterli bulmadığını ortaya koyuyor. Buna ek olarak bu çifte müdahillik stratejisi, Türkiye'nin davaya olan derin ilgisini ve Gazze’deki soykırımın tespit edilmesi amacıyla aktif olma kararlılığını gösteriyor.

Soykırım Sözleşmesi'nin genişleyici şekilde yorumlanması gerektiği noktasında süregelen ihtiyaç devam ederken Türkiye’nin metni, İsrail’in soykırım suçuna karışan yetkililerini ve askerlerini cezalandırılmak için harekete geçme yükümlülüğünün devam ettiğini net bir şekilde hatırlatıyor. Buna ek olarak Türkiye, İsrail’in Gazze’deki soykırımı bizzat devlet organlarıyla yapmasının yanı sıra, bu soykırıma karışanları ve kendi otoritesi altında bulunanları engellememesi sebebiyle soykırımın devlet sorumluluğuna hükmedilmesinin (56. ve 57. paragraflar) mümkün olduğunu savunuyor.

Türkiye'nin müdahillik metni, soykırımın önlenmesi ve cezalandırılmasına ilişkin uluslararası hukuki içtihadın geliştirilmesi açısından sadece Gazze’deki soykırım için değil gelecekteki davalar için de değerli referanslar teşkil ederek, uluslararası hukukun gelişimine katkıda bulunma ve hukuki çerçeveyi de güçlendirme imkanı taşıyor.

Türkiye'nin Gazze'deki soykırımla ilgili UAD davasına müdahil olması, uluslararası hukuk ve insani yardım savunuculuğu açısından önemli bir adım teşkil ediyor. Türkiye'nin ayrıntılı, kapsamlı ve güçlü argümanlarla hazırladığı yasal çerçeve, soykırım sözleşmesindeki yükümlülüklerin yerine getirilmesinin ve titizlikle ele alınmasının önemini vurguluyor. Bu müdahillik, UAD önündeki davalara katılım için yeni bir standart oluşturma ve gelecekteki uluslararası hukuk emsallerini önemli ölçüde etkileme potansiyeline sahip olması bakımından dikkati çekiyor. Bu aşamadan sonra Divan’ın, Güney Afrika ve İsrail’e yaklaşık 2 aylık bir süre vererek Türkiye’nin müdahilliğine ilişkin gözlemlerini sunmasının ardından Türkiye’nin müdahilliğine ilişkin kararını vermesi bekleniyor.

[Selman Aksünger, Maastricht Üniversitesi Uluslararası Hukuk Bölümü]

* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Daily Ummah'ın editoryal politikasını yansıtmayabilir.