Olağanüstü Arap Birliği Zirvesi, 4 Mart'ta Kahire'de, Gazze'nin yeniden inşası gündemiyle toplandı. Mısır'ın daha önce hazırlamış olduğu plan, zirve sonrasında diğer ülkelerin de kabul etmesiyle Arap Planı olarak karşımıza çıktı. İsrail'in soykırım uyguladığı Gazze'nin, İsrail'in işgal hedefleri arasında yeniden inşa ve ihya edilmesine, yaklaşık 2,5 milyon insanın geleceğine ve Gazze'de nasıl bir yönetim oluşturulacağına dair bir karmaşa söz konusudur. Ancak asıl önemli mesele, Arap dünyasının İsrail'e karşı nasıl bir yaklaşım içerisinde olacağıdır.

Trump'ın Gazze planına karşılık Arap planı

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Trump'ın açıkladığı Gazze planı, milyonlarca Gazzelinin sürgün edilmesini ve Gazze'yi "Orta Doğu'nun Rivierası" olarak inşa etmeyi tasarlarken, Trump tarafından paylaşılan video görseli ve İsrail'den yapılan açıklamalar özellikle Mısır ve Ürdün başta olmak üzere Arap devletlerinde rahatsızlık uyandırdı. Kahire'de gerçekleştirilen zirvede ise Trump Planı'nın aksine Gazzelilerin yerinde kalmasını önceleyen ve tehcir edilmelerini şiddetle reddeden bir tutum sergilendi. Bununla birlikte bildirgede Gazze'nin yeniden inşası için yaklaşık 53 milyar dolarlık yatırım yapılması, Gazze yönetiminin Filistin hükümeti altında oluşturulacak teknokrat hükümeti ile idare edilmesi, uluslararası konferans yapılması ve en önemlisi de Gazze ve Batı Şeria'da Birleşmiş Milletler (BM) tarafından bir barış gücü konuşlandırılması önerisi dikkati çekti. Beklenildiği üzere zirve sonrasında hem Beyaz Saray hem de İsrail tarafından yapılan ilk açıklamalarda, geçerli ve uygulanması mümkün tek seçeneğin Trump'ın Planı olduğu bir kez daha vurgulandı.

Filistin davasına dönüş mü?

Arap devletlerini, Arap İsyanlarından bu yana ilk defa İsrail ve ABD karşısında kollektif bir şekilde tutum almaya iten sebepler bulunmaktadır. Ancak Kahire Zirvesi'nden çıkan müşterek tutumun içeriğinin iyi irdelenmesi gerekmektedir. Nitekim Trump'ın Planı, temelde daha büyük bir istikrarsızlık ve güvenlik problemi oluşturacağından Mısır ve Ürdün'ün tehdit algısını yükseltti ve oluşacak istikrarsızlığın diğer Arap devletlerine sıçraması kuvvetle muhtemel olması nedeniyle ortak bir tutum sergilenmesi aciliyeti hasıl oldu. Alternatif ve güçlü bir çözüm getirilmediği ve masada sadece Trump'ın koymuş olduğu planın yer alması durumunda tam bir çıkmaza gireceğini gören Mısır, bu konuda inisiyatif almaktan geri durmadı ve Arap devletlerinin Gazze'de çözüm üretmesini zorlayan aktör haline geldi. Peki bu ortak tutumu Filistin Davasına geri dönüş olarak okumak mümkün mü?

Soğuk Savaş'tan Arap İsyanlarına ve günümüze kadar Arap devletlerinin güvenlik algılarında ciddi bir dönüşüm yaşandı. 1948'de Arap-İsrail çatışması olarak nitelendirilen gerilim önce ulus devlet çatışmasına ve Filistin-İsrail mücadelesine dönüştü. Arap İsyanları, sonrasında ise Gazze'de yaşanan çatışma Hamas-İsrail çatışması olarak ifade edildi. Görüleceği üzere bir taraf sürekli parçalanarak ve ayrışarak güç temerküzünü yitirmeye sürüklenirken, diğer taraf sabit kalmaktadır. Elbette bu, İsrail'in karşısındaki büyük bloku parçalayarak güç konsolidasyonunun önüne geçme ve daha zayıf bir düşman yapısı oluşturma stratejisinin bir parçasıdır.

Orta Doğu coğrafyasında son yüzyıllık periyotta devletlerin bölgesel güç temerküzü girişimlerinin ve materyal kapasiteleri artırmaya yönelik çabalarının önünün kesilmesinin öncelikli sebebi İsrail güvenliğidir. Dolayısıyla Arap İsyanlarında şahit olunduğu üzere kimi zaman rejim güvenliği, İran örneğinde rastlanıldığı üzere kimi zaman ortak tehdit algısı, kimi zaman da Abraham Anlaşmaları'nda müşahit olduğumuz üzere ilişkileri normalleştirme çabaları adına bazı Arap devletleri İsrail ile yakın angajmana girmiş ve Gazze'de yaşanan soykırıma yönelik farklı ve müstakil tutum takınmışlardır. Bu nedenle Arap Planı çerçevesinde ortak hareket edilmesini istikrarsızlığın Gazze dışına taşmamasını sağlama girişimi olarak görmek mümkündür.

Bölgede İsrail karşıtı cephe büyür mü?

Kahire Zirvesi'ni bu anlamda tıpkı gerilimin ilk dönemlerinde olduğu gibi Arap devletlerinin kolektif bir şekilde hareket ettiği ve İsrail'i bir güvenlik problemi olarak ele alan yaklaşımlarıyla mukayese etmemek gerekmektedir. Zira artık her bir Arap devletinin İsrail ile özel bir ilişki dinamiği bulunmaktadır. Normalleşme ve bölgesel tehdit algıları bazı Arap devletleri ile İsrail'in ortak çıkarlar etrafında yakınlaşmasını beraberinde getirirken, Gazze'ye yönelik bazı devletlerin de henüz net bir pozisyona sahip olmadıkları açıktır. Örneğin Gazze'de yeniden inşa sürecine destek verilirken, Hamas'ın silahsızlandırılması konusunda Arap devletleri içerisindeki farklılık açık bir şekilde tehdit algısındaki ayrışmayı gözler önüne sermektedir. Kaldı ki ABD'nin güvenlik noktasında destek sunduğu ülkelerin İsrail karşısında konumlanabilmesi pek kolay değildir. Uluslararası sistemde yaşanan dönüşüm ve Trump'ın geleneksel müttefikleriyle ilişkilerde ABD'nin öncelik olması dışında hiçbir eşit ilişkiyi kabul etmeyen yaklaşımı, savunma ve güvenlik alanında bağımlılığı söz konusu olan bazı Arap devletlerinin özerk davranışlar sergilemesini zorlaştırmaktadır.

Netanyahu: Gazze'deki esirlerin dönüşü için çaba sarf ediyoruz Netanyahu: Gazze'deki esirlerin dönüşü için çaba sarf ediyoruz

Bu anlamda Arap devletlerinin Kahire Zirvesi'nde alternatif bir plan sunmaları ve Gazze'yi sahiplenecek bir Arap Planı iradesi sergilemeleri elbette ki son derece önemlidir. Ancak istikrarsızlığın Mısır ve Ürdün'e sıçraması ve bu ülkelerden diğer Arap devletlerine yönelmesi riskini bertaraf etme ile İsrail karşısında Arap güvenlik ittifakı olarak adlandırılabilecek bir yapı kurma arasında ciddi farklar bulunmaktadır. Mevcut konjonktürde ikinci seçeneğin hayata geçirilmesi ise kısa ve orta vadede söz konusu değildir.

[Dr. Abdullah Erboğa Akademisyendir.]

* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Daily Ummah'ın editoryal politikasını yansıtmayabilir.