İsrail Gazze’de sürdürdüğü terör mesaisini son aylarda Lübnan’a yayarak ve de facto olarak insansızlaştırılmış bölgeler oluşturarak yeni katliamlara imza atıyor. Sınır boyunca ve Güney Lübnan’da gerçekleştirilen saldırılar, ülkede yeni bir insani krize zemin hazırlayarak yüz binlerce kişiyi güvenli bir yer arayışıyla evlerinden ayrılmak zorunda bıraktı. Ülke nüfusunun dörtte birinin yaşadığı bu bölgeden Beyrut ve Kuzey Lübnan’a doğru yaşanan iç göç, derinleşen ekonomik ve siyasi krizin de etkisiyle yapısal sorunları tetikleme riskini beraberinde getiriyor. Bu bağlamda, yerinden edilenlerin ve onları misafir edenlerin karşılaştıkları zorlukları ele almak ve bu durumun Lübnan toplumu ve altyapısı üzerindeki geniş kapsamlı etkilerini incelemek önem arz ediyor.

SOYKIRIMININ 1. YILI | Soykırım sürerken Filistin Devletinin tanınırlığı arttı SOYKIRIMININ 1. YILI | Soykırım sürerken Filistin Devletinin tanınırlığı arttı

UNICEF ve WFP insani krize karşı uyarıyor

Lübnanlı yetkililerin açıklamalarına göre, İsrail saldırılarından 1 milyon 200 bin kişi etkilendi. 190 bin kişi ülke içerisindeki farklı tesislere yerleştirilirken yaklaşık 500 bin kişi ise Suriye tarafına geçti. Böylece Suriye'deki iç savaşın ardından 1,5 milyon Suriyeli göçmene ev sahipliği yapan Lübnan’dan tersine bir göç dalgası başlamış oldu. Geriye kalan 500 bin kişi ise, başkente ve kuzey bölgelere yerleşti. Bunların bir kısmı akrabaları ve arkadaşlarının yanına sığınırken diğer bir kısmı camilerde, okullarda, köprü altlarında ve sokaklarda uyuyor. Öte yandan çoğu son bir ay içerisinde olmak üzere 3 bin civarında insanın hayatını kaybettiği ve 15 bin kişinin yaralandığı bu saldırılarda, başta su ve sağlık tesisleri olmak üzere pek çok sivil altyapı yok edildi.

Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) ve Dünya Gıda Programı (WFP) tarafından yapılan ortak açıklamada, çatışmaların “bir felaketi tetiklediği” ifade edilirken, WPF’nin her gün 200 bin kişinin gıda ihtiyacını karşıladığı, UNICEF’in ise çocuklara ve ailelere temel sağlık hizmetleri, su ve hijyen kitleri, şilteler, battaniyeler ve psiko-sosyal destek hizmetleri sağladığı vurgulandı. “Kayıp nesil” uyarısında da bulunan UNICEF, şu ana kadar 400 bin çocuğun yerinden edildiğini belirtti. Yerel ve uluslararası yardım kuruluşlarının faaliyetleri göz önünde bulundurulduğunda, mevcut çalışmaların henüz ihtiyaca cevap vermekten çok uzak olduğu ve savaşın uzaması durumunda insani kriz bağlamında ödenen maliyetlerin daha da artacağı öngörülüyor. Nitekim İsrail’in ana hedeflerinden birinin de Litani Nehri’ne kadar olan Lübnan topraklarının işgal edilmesinin yanı sıra bölge halkının kalıcı göçe mahkum edilmesi olduğu anlaşılıyor. Bu sayede bir yandan kendi sınırındaki "askeri tehdit"i bertaraf etmek istediğini söyleyen İsrail, diğer yandan da Lübnan içerisinde demografik mühendislik tartışmalarının önünü açarak iç çatışmaları körüklemeyi hedefliyor.

İsrail din ve mezhep temelli çatışmaları körüklemek istiyor

Din ve mezhep temelli demografik dağılımın büyük ölçüde hakim olduğu ülkede, güneyden kuzeye doğru yaşanan göçün ana aktörü ülkedeki Şii nüfus olarak görünüyor. Bu etmen de hesaba katıldığında uzun süreli bir yerinden edilme sürecinin başta Batı yanlısı Hristiyan yapılanmalar olmak üzere farklı din ve mezheplere mensup gruplarla tansiyonun yükselmesine kapı aralayacağı aşikar. Mevcut siyasi düzendeki kırılganlığın temel sebebi olan mezhep temelli denklemin, büyük ölçekli ve uzun süreli bir göç üzerinden ülkedeki istikrarsızlığı daha da besleyeceği söylenebilir. Böyle bir senaryonun, iç savaşı çağıran daha büyük insani felaketleri doğurması ise çok uzak bir ihtimal değil. Güneyden göç edenlerin potansiyel barınma noktalarını havadan vurarak bu çatışma riskini kuvvetlendirmeye çalışan İsrail, stratejisini ülkedeki insani dramın daha kalıcı ve yapısal sorunlara dönüşmesi üzerine inşa ediyor.

Diğer yandan Akdeniz üzerinden kaçak yollarla Avrupa’ya geçme girişimlerinin gündeme gelmesi, daha büyük felaketlerin yaşanması riskini doğuruyor. 2015’te Libya’dan Avrupa’ya yüzbinlerce insanın göç etmesini takiben denizlerde yaşanan toplu ölümlerle hafızalarda yer edinen süreci anımsatan bu ihtimal, başta elektrik ve su olmak üzere temel insani ihtiyaçlara erişimde büyük zorluklar yaşayan Lübnan halkı için zayıf bir ihtimal olmaktan çıkmışa benziyor. Her ne kadar yerinden edilenlerin önemli bir kısmı topraklarına geri döneceklerini ve İsrail’in "insansızlaştırma" politikasına izin vermeyeceklerini ifade etseler de, mevcut sorunların kronikleşmesinden yorulan diğer bir kesim ise kaçakçılar yoluyla ülkeyi terk etme yollarını araştırıyor. Maddi ve lojistik anlamdaki yetersizliğin yanı sıra coğrafi açıdan da dar bir bölgeye sıkışmış olan yoğun nüfusun, uzun müddet bu şartlara direnmesi zor görünüyor. Yine, siyasi boşluğun oluşturduğu politika eksikleri de göçmenleri kendi imkanları çerçevesinde adım atmaya ikna edeceğe benziyor.

Sonuç olarak, 2019 yılından bu yana iç savaş sonrası dönemdeki en zorlu yıllarını yaşayan Lübnan, İsrail saldırılarının ardından yaşam koşulları itibarıyla daha da kötü bir sürece doğru ilerliyor. İnsani krizin yanı sıra toplumsal ve siyasi bir krizi tetikleme riski de bulunan bu sürecin uzaması, ülkenin daha da savunmasız ve kırılgan hale gelmesine neden olacaktır. Vatan savunması bağlamında mevcut zorluklara göğüs geren Lübnan halkının gündelik hayata ilişkin büyük sorunlarla uzun süreli muhatap olması, tercihlerine ilişkin iç ve dış odaklı sorgulamaların ivme kazanmasının önünü açabilir. Bu da Lübnan’ı daha büyük kaosların içerisine çeken iç çatışma senaryolarını hızlandırma işlevi görebilir.

[Dr. Talha İsmail Duman, Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü’nde Öğretim Üyesidir. Ortadoğu’daki İslami hareketler ve Lübnan üzerine çalışmalarını sürdürmektedir.]

Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Daily Ummah editoryal politikasını yansıtmayabilir.

Editör: Seyda Kocaöz