Gazze'den gelen ve dünyayı sarsan trajik haberler, Bosnalıları da derinden etkiledi ve savaşın, özellikle de Srebrenitsa soykırımının acı hatıralarını zihinlerde tekrar canlandırdı.
Srebrenitsa ve Gazze soykırımları arasında pek çok paralellik var. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) 1993'de Srebrenitsa'yı "güvenli bölge" ilan eden 819 sayılı kararı kabul etti. Bu kararın kabul edilmesinden kısa bir süre sonra Bosna Ordusu Birleşmiş Milletler (BM) koruma güçleri tarafından koruma sözü karşılığında silahlarını teslim etmek zorunda kaldı. BM güçlerinin gelişinden sonra Sırp Cumhuriyeti Ordusu, sözde havacılık desteği ve karadaki zayıf BM birliklerine takviye kuvvetlerden gelecek yanıtı araştırmak ve kışkırtmak amacıyla yerleşim bölgesine saldırılarına devam etti. Ancak Sırpların bu saldırılarına BM Barış Gücü tarafından hiçbir karşılık gelmedi. BM sistemi içindeki etkisiz yaptırım mekanizması, Sırp Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetlerini ve bazıları Sırbistan'dan gelen diğer birçok paramiliter birimi [1] savunmasız kasabaya saldırılarını sürdürmeye teşvik etti. BM Barış Gücü'nün bu etkisizliği Srebrenitsa'nın ele geçirilmesine ve ardından gelen soykırıma sebep oldu.
Gazze'de de benzer bir durum söz konusu. Srebrenitsa'da olduğu gibi Gazze'de de BM'nin aldığı kararlar [2] ve Uluslararası Adalet Divanının (UAD) İsrail'e Soykırım Sözleşmesi'nin 2. Maddesi [3] kapsamına giren tüm fiillerin işlenmesinin önlemesini ve acilen ihtiyaç duyulan temel hizmetlerin ve insani yardımın sağlanmasını emreden geçici tedbir kararları mevcut. [4] Ancak bu kararları kim uygulayacak? Gazze'de sözde "belirlenmiş güvenli bölgeler" defalarca saldırıya uğradı. "Uluslararası toplumun" ikiyüzlülüğü ve birilerinin dinine ya da derisinin rengine bağlı olarak yıkım ve ölümlere karşı seçici öfkesi trajik bir şekilde tüm sistemi felç ediyor. Gazze'de de eylemsizlik, İsrail'i soykırım da dahil olmak üzere hiçbir hesap verme sorumluluğu olmadan istediğini yapmaya teşvik ediyor.
Sırplar ve İsrailliler tecavüzü bir savaş silahı olarak kullandılar
Bosna'daki soykırımla Gazze'de yaşananlar arasındaki bir başka trajik paralellik de tecavüzün bir savaş silahı olarak kullanılmasıdır. Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICTY) birçok davada [5] tecavüzün Sırp Cumhuriyeti Ordusu mensupları tarafından sivil halka karşı işlenen suçların ayrılmaz bir parçası olarak kullanıldığını tespit etmişti. Bosna'da kadınlara ve kız çocuklarına yönelik cinsel şiddet için tasarlanan özel gözaltı merkezlerinde kadınlar sistematik olarak tecavüze uğradı. [6] Ayrıca, ICTY davalarının da gösterdiği gibi erkeklere yönelik tecavüz ve cinsel istismar da gözaltı kamplarında işkencenin özel bir biçimi olarak kullanıldı. [7] İsrail'in gözaltındaki kadınlara tecavüz ve erkek tutuklulara cinsel istismarda bulunduğuna dair şok edici son raporların da ortaya koyduğu gibi, mevcut durumda İsrail bu eşiği dahi aştı. İsrail'deki kurumların ve kamuoyunun tecavüzcüleri koruyan tepkileri ise daha da cesaret kırıcı.
UAD'deki Gazze ve Srebrenitsa davaları ne gibi benzerlikler taşıyor?
Srebrenitsa ve Gazze'nin bir diğer ortak noktası da UAD nezdinde görülen davalardır. Bosna ile ilgili soykırım davası 2007'de sonuçlanırken, İsrail'e karşı Güney Afrika tarafından başlatılan ve aralarında son olarak Türkiye'nin de bulunduğu birçok ülke tarafından desteklenen dava henüz başlangıç aşamasında.
Bosnalıların tecrübe ettiği gibi soykırımı yasal olarak kanıtlamak son derece zordur. Soykırım eylemlerinin varlığı (actus reus) ve 1949 Soykırım Sözleşmesi tarafından "tamamen veya kısmen yok etme niyeti" (dolus specialis) olarak tanımlanan kasıtlı suç işleme fiili (mens rea) aynı anda kanıtlanmalıdır.
Gazze'de sivillerin ayrım gözetmeksizin hedef alınması ve toplu olarak öldürülmesi, toplu cezalandırmanın yanı sıra Gazze'deki Filistinlilerin yaşamlarını sürdürülemez hale getirmek için tasarlanan büyük ölçekli yıkım ve eylemler, soykırımda "actus reus"un varlığına açıkça işaret ediyor.
Uluslararası mahkemelerin uygulamasında soykırım kastı, nadiren bulunabilecek soykırım emir ve planların sunulmasının yanı sıra [8], faillerin belirli bir davranış modeliyle hareket ettiğinin ortaya koyulmasıyla da kanıtlanabilir. [9] Soykırım niyeti söz konusu olduğunda, "Amalek'in kökünün kazınması", Filistinlilerin "insan hayvanlar" olarak adlandırılması ve Gazze nüfusuna gerekli yardımların tamamen durdurulması emirleri çok belirleyicidir. Bu tür açıklamalar İsrail devleti içerisinde karar verici pozisyonlarda bulunan yetkililer tarafından yapıldı. Dolayısıyla, bunlar sadece aşırılık yanlısı söylemler ya da uç grupların görüşleri olarak görülemez. İsrail'in davranış biçimine Batı Şeria'da Filistinlilere karşı devam eden saldırılar da dahil olmak üzere daha geniş bir şekilde bakarsak durum daha da netleşir. Bu nedenle UAD önündeki dava "esassız" olarak reddedilemez ve soykırım niyetinin varlığına dair güçlü bir davadır.
Bosna'da mahkemeler, Srebrenitsa'nın yanı sıra kuzeydeki Prijedor kasabası gibi başka yerlerde de soykırım eylemlerinin (actus reus) mevcut olduğunu tespit etmişti. Ancak, Srebrenitsa'da olduğu gibi "dolus specialis"i yani tamamen veya kısmen yok etme niyetini kanıtlamak için yeterli delil yoktu. Bosna deneyiminin de gösterdiği gibi, soykırım tespit edilemese bile işlenen suçlar insanlığa karşı suçlar veya savaş suçları olarak tanımlanabilir ve bunlar "daha hafif" suçlar olmayıp sadece hukuken soykırımdan farklıdır. Mahkeme soykırım demediği sürece hiçbir ceza alınmayacağı gibi psikolojik bir yanılgıya kapılmamak gerekir.
BM sisteminin başarısızlığı insanlık için trajik sonuçlar doğuruyor. Sonuç olarak, BM sisteminin reforme edilmesi büyük önem taşıyor. BM Güvenlik Konseyinin yapısının, daimi üyelerin veto yetkilerinin ve kararların uygulanma mekanizmalarının değişmesi gerekiyor. Bu değişimi sağlamak zor. Ancak insanlık soykırım, savaş suçları ve savaş silahı olarak tecavüz gibi suçları durdurma vaadini yerine getirmek istiyorsa BM sisteminde reform gereklidir. Gazze ve Srebrenitsa örnekleri eğer BM'de reform yapılmazsa gelecekte neler yaşanacağını açıkça gösteriyor.
[1] Kötü şöhretli "Akrepler" olarak, ayrıca bakınız: UAD, Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesinin Uygulanmasına İlişkin Dava (Bosna Hersek v. Sırbistan ve Karadağ) 26 Şubat 2007 tarihli Karar
[2] BM Genel Kurulu Kararı A/ES-10/L.27; BM GK Kararı 2728
[3] “(a) grup üyelerini öldürmek; (b) grup üyelerine ciddi bedensel veya zihinsel zarar vermek; (c) grubun fiziksel olarak tamamen veya kısmen yok olmasına yol açacak yaşam koşullarını kasten uygulamak; ve (d) grup içinde doğumları önlemeye yönelik tedbirler almak” gibi
[4] UAD, 26 Ocak 2024 tarihli Karar Geçici Tedbirler, Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi'nin Gazze Şeridi'nde Uygulanması Davası (Güney Afrika - İsrail)
[5] https://www.icty.org/en/features/crimes-sexual-violence/landmark-cases
[6] Kunarac ve diğerlerinin ICTY davasında olduğu gibi
[7] Duško Tadić'e karşı ICTY'de görülen davada olduğu gibi
[8] Srebrenitsa'da olduğu gibi, Radovan Karadzic tarafından yayınlanan kötü şöhretli Direktif 7
[9] ICTR'nin Seromba ve Akayesu davalarında olduğu gibi
[Harun Haliloviç,Uluslararası Saraybosna Üniversitesi Hukuk Fakültesinde öğretim görevlisidir.]
* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Daily Ummah'ın editoryal politikasını yansıtmayabilir.