Suriye muhalefetinin 27 Kasım’da başlattığı Halep operasyonu sonrasında Astana süreciyle tescillenen ve çerçevesi çizilen statüko geçersiz hale geldi. Siyasi, ekonomik, sosyal, tarihsel ve kültürel açıdan sadece Suriye’nin değil tüm Orta Doğu’nun en önemli şehirlerinden biri olan Halep'in Beşşar Esed rejiminin elinden alınması İran’ın Suriye siyasetinin, yıllardır yaptığı yatırımın ve jeopolitik projeksiyonlarının ağır bir darbe alması anlamına geliyor.
İran’ın siyasi ve askeri elitleri için yaşanan bu şok durumu, bir süredir öngörülen ve kısmen beklenen bir gelişmeydi. Ancak şokun şiddetini belirleyen, sürecin sonucundan ziyade hızı ve kapsamı oldu. Bundan sonraki süreçte İran’ın seçenekleri oldukça sınırlı görünüyor. Suriye’nin asli bir parçası olduğu bölgesel siyaset ile ABD'nin ana belirleyicilerinden olduğu daha geniş uluslararası siyasetin birbirini şekillendirecek muhtelif veçhelerini birlikte düşünmek gerekiyor.
Tahran-Şam hattında yeni dinamikler
Özellikle 7 Ekim sonrası süreçte Şam rejiminin kendi pozisyonunu koruyabilmek adına çok dikkatli bir denge siyasetini hayata geçirmesi gerekti. Bu durum, Esed'in Suriye iç savaşının başlamasından yıllar sonra pek çok aktör nezdinde yeniden tanınırlık elde etmesi, Avrupa’nın açıktan, ABD ve İsrail’in ise gizli görüşmelerle Esed rejimiyle yeni bir düzlemde angajmana girmesi sonucunu doğurdu. Esed’e uzanan bu eller en çok İran'ı rahatsız etti ve yönetim kendisinden koparılması tehlikesine karşı Esed üzerindeki baskısını artırdı.
Esed, mayıs ayında beklenmedik bir şekilde Tahran’ı ziyaret ederek İran lideri Ayetullah Ali Hamaney ile görüştü. Bu görüşmeden sonra Esed, teamüllere aykırı bir şekilde Hamaney'in X hesabı üzerinden yaptığı paylaşımlarla hizaya çekilmeye çalışıldı. Paylaşımında “Batı ve takipçileri Suriye’yi savaşla yıkmaya çalıştılar ve başarısız oldular. Şimdi de tutmayacakları sözler vererek aynı şeyi yapmak istiyorlar” diyen Hamaney, Esed’i İran hattında kalması konusunda uyarıyordu.
Ancak Esed, İran ve İsrail arasındaki denge siyasetine devam etti. 7 Ekim sonrası süreçte İsrail’e karşı birkaç jenerik ifade dışında hiçbir söylemi olmadı. Topraklarının bombalanmasına ve hatta Kuneytra’da İsrail askerlerinin sınırdan içeri girmesine bile ses çıkarmadı. Öyle ki Lazkiye’deki silah depolarının İsrail tarafından vurulmasının ardından İran’a yakınlığıyla bilinen kardeş Mahir Esed’in İsrail’e tepkisizliği sebebiyle ağabeyine karşı bilendiği ve aralarında ciddi kavgaların olduğu da iddia edildi.
Esed, İsrail’e tepki vermese de İran yörüngesinden de tam olarak çıkamadı. Esed'in denge siyasetinin son kullanma tarihi yaklaştı. Türkiye’nin uzattığı eli de yine İran’ın baskısıyla sıkmayan Esed, bu süreçte İran’a tamamen mecbur kaldı ve böylece her türlü çıkış biletini de kendi eliyle yaktı. Geriye kaçınılmaz sonun beklenmesi kaldı. Muhalifler son aylarda Halep üzerine bir operasyon için hazırlıklarını yoğunlaştırmışlardı. Esed rejimi ve İran destekli Şii milisler de buna karşılık olası bir Halep operasyonuna karşı tahkimat yapıyordu. Ancak 27 Kasım'dan itibaren yaşananlar bu mütevazı tahkimatın etkisizliğini gözler önüne serdi.
Tahran’ın seçenekleri
Suriye rejiminin İran için ne kadar vazgeçilmez olduğu üzerine bugün oldukça geniş bir literatür mevcut. Bu sebeple, bundan sonraki süreçte İran’ın Esed rejimini ayakta tutmak adına başvurabileceği son derece sınırlı seçeneklere odaklanmak gerekiyor. İran’ın Şam rejimine en etkili desteği, Afganistan, Pakistan, Irak ve Lübnan kaynaklı milis güçleriydi. Ancak bu kez Hizbullah seçeneği devrede değil. Ateşkese rağmen hem İsrail’in saldırıları kesilmedi hem de Gazze’de savaş devam ediyor. Üstelik Hizbullah savaş yorgunu ve lider kadrosu da İsrail tarafından yok edildi.
Yani, Şii milisler zayıf ve güçlü bir koordinasyondan mahrum durumdalar. Zira, İran’ın da komuta kademesi geçtiğimiz yıllardaki suikastlarla oldukça sarsıldı. İran en önemli kaybını 2020’de İran Devrim Muhafızları Ordusu'na bağlı Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymani'nin öldürülmesiyle verdi.
Bozulan İran ekonomisi de milislerin iaşesini sağlamayı zorlaştırıyor. Bunun yanında, bu sorunlar olmasa dahi Suriye sahasındaki milisler sayıca yeterli değil. Irak’tan Haşdi Şabi unsurlarının Suriye'ye geçişi ise zor ve sahadaki dengeleri değiştirecek bir nitelikte değil.
Öte yandan, şu anda sebepleri çok yönlü ve tartışılabilir olmakla birlikte Rusya’nın da Esed’in ihtiyacı olan askeri desteği vermediği görülüyor. 2015'te Esed’i kurtaran Rusya’nın müdahalesiydi. İran’ın o zamanki askeri desteği tek başına yeterli olmamıştı. Şu anda da İran’ın Rusya olmadan Esed'e desteğinin sahada fark yaratmayacağı ortada.
Bütün bu zorlukların içinde İran Dışişleri Bakanı Abbas Erakçi, Suriye’ye asker gönderme seçeneğini masaya getirdi. Bugüne kadar sadece tartışmalı “danışman” sıfatıyla Suriye’de askeri varlık gösteren İran’ın açıktan asker göndermeye niyetlenmesi, iç savaşın başından beri ortaya koyduğu Suriye siyasetinde derin bir kırılmayı gösteriyor. Ancak bu seçeneğin de eksileri bir hayli fazla.
Öncelikle, İran’ın kendi askerlerinin Suriye’de savaşmasını ve muhtemel kayıplarını İran toplumuna açıklaması zor. Zaten toplum en başından itibaren ekonomik krizin de etkisiyle mali kaynakların İran dışında, hem de İran’a sınırı da olmayan Suriye, Lübnan ve Yemen gibi yerlerde harcanmasına tepkiyle yaklaşıyor. Buna askeri can kayıplarını eklemek ağır bir yönetim krizini gündeme getirebilir ve içerideki toplumsal fay hatlarını tetikleyebilir.
Diğer taraftan İran askerlerinin Suriye’de savaşması, ABD ile askeri çatışma riskini yükseltir. Irak’tan Suriye’ye geçmeye çalışan milisler ABD’nin hedefi oldu. Aynı durumun İran askerlerinin de başına gelmesi muhtemel. Zira, İsrail’in Suriye’de İran’ın askeri varlığına olan yaklaşımı ortada ve ABD’yi bu konuda ikna etmesi hiç de zor değil. Ayrıca ABD'nin seçilmiş başkanı Donald Trump dönemine yumuşak bir geçiş yapmak isteyen İran’ın böylesine büyük bir risk alması sarsıcı sonuçlara gebe olabilir.
İran için en makul seçenek Türkiye’nin, Suriye'deki yeni konjonktürdeki ağırlığını takdir ederek masada da bununla mütenasip bir pozisyondan müzakere etmek olacaktır. Kısacası, artık Astana mutabakatı sahada geçersiz kılındı. Ancak bu durum yeni bir siyasi müzakere zemininin kurulması ihtiyacını gündeme getiriyor. Suriye’nin geleceğinde savaş ve yıkımın mı yoksa diplomasi ve ihyanın mı belirleyici olacağında biraz da İran’ın akli mi yoksa duygusal mı hareket etmeyi seçeceği belirleyici olacak.
[Dr. Mustafa Caner, Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsünde Öğretim Üyesidir.]
* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Daily Ummah'ın editoryal politikasını yansıtmayabilir.