Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye’nin 31 Temmuz’da İsrail tarafından Tahran’da suikasta uğramasının ardından yaşanan gelişmelerin; İsrail’in kontrolden çıkan saldırganlığı, İran’ın vahim istihbarat açıkları, Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) süreçteki rolü ve İran’ın beklenen misillemesinden kaynaklı bölgesel çatışma riski gibi birçok boyutu bulunuyor. Ancak suikastın ardından asıl merak edilen Hamas’ın bundan sonra kendisi için çizeceği yol haritasıdır. Bu yol haritasının önemi, Gazze sahasında verilen kayıpların ve yaşanan yıkımların somut bir kazanımının olması yönünde bir beklenti bulunmasından kaynaklıdır.
Diğer bir ifadeyle, İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği katliamların ardından kalıcı çözüme götürmeyecek bir sürece girmek Hamas açısından akıllıca olmayacaktır. Süreci takip edenlerin ortak kanaatine göre, Heniyye’nin halefinin kim olacağı söz konusu yol haritasına dair önemli ipuçları verecekti. 6 Ağustos Salı günü Doha’da toplanan Hamas Şura Meclisi, Hamas’ın Siyasi Büro başkanlığına Yahya Sinvar’ı oybirliğiyle seçince, bu defa büyük oranda Sinvar’ın imajı üzerinden hareket edenler, bu direniş örgütünün nasıl bir yöntem takip edeceğine ilişkin farklı görüşler ortaya attılar. Her ne kadar mevcut diplomasi trafiğini dikkate alarak daha önce de bu görevde bulunan Halid Meşal’in yeniden hareketin siyasi kanadına liderlik etmesi yönünde yaygın bir beklenti oluşsa da aslında Sinvar seçiminde göz ardı edilmemesi gereken esas nokta Gazze sahasındaki gerçekliktir.
Hamas’ın önceliği nedir?
Hamas Hareketi Siyasi Büro Üyesi Usame el-Hamdan, yaptığı açıklamada Sinvar seçiminin 3 mesaj içerdiğini savundu. Hamas’ın doğru kişiyi tam bir oybirliği ile seçmeyi başardığını söyleyen Hamdan, bunu da hareketin güç ve birliğinin kanıtı olarak yorumladı. İkinci olarak bu kararla hareketin sekteye uğramayacağının da gösterildiğini belirten Hamdan’a göre, üçüncü mesaj ise herhangi bir baskının Hamas’ı ilkelerinden ve sabitelerinden vazgeçiremeyeceğidir. Aslında Sinvar, Heniyye 2017’de Hamas’ın Siyasi Büro başkanı olduğunda da hareketin Gazze’deki siyasi lideri sıfatıyla onu ikame etmiş bir isim. 6 Ağustos’taki seçimlerde Sinvar, Heniyye’ye bir defa daha halef oldu. Ancak bu noktada Sinvar isminin Türkiye, Katar ve Mısır gibi İsrail saldırganlığını sonlandırmak ve ateşkesi sağlamak için çaba sarf eden bölge ülkelerinin ilk tercihi olmadığını belirtmek gerekir. Bu durum, Sinvar ismine karşı olmaktan ziyade diplomasi trafiğinin yoğunlaştığı mevcut koşullarda süreci yoğun bir çalışmayla kemale erdirme isteğinin bir sonucu olarak görülmelidir.
Bu ülkelerden özellikle Türkiye ve Katar, İsrail’in katliamlarını en sert şekilde telin etse de daha fazla masumun kanının akmaması için konunun süratle diplomasi yoluyla çözülmesinden yana tavır aldı. Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamed Al Sani’nin 8 Ağustos Perşembe günü Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmek üzere Ankara’ya gelmesi diplomatik girişimleri güçlendirme amacı taşıyordu. Sinvar’ın Gazze’den dışarı çıkamıyor olması ve daha da önemlisi İsrail’in Sinvar’ı bahane göstererek nobranlığında ısrar etmesi gibi bazı etkenler bu süreci akamete uğratmasa da daha zor hale getirecektir. Diğer yandan Sinvar’ın seçiminde İran’ın belirleyici bir rol oynadığı iddiasına da ihtiyatla yaklaşmak gerekir. Her ne kadar Sinvar’ın İran ile yakın ilişkileri olduğu, İran’ın siyasi kanadını aşarak Hamas ile bağlantısını doğrudan saha üzerinden kurduğu ve Sinvar’ın kilit bir isim olduğu doğruysa da özellikle Sinvar’ı "İran’ın adamı" gibi yansıtmak İran’ın dile getirmekten memnun olduğu bir propaganda söyleminden öte bir anlam taşımıyor. Hamas gibi Sinvar’ın da Arap ülkeleriyle olan ilişki ve bağlantılarının daha yapısal ve belirleyici, İran ile olan ilişkilerinin ise konjonktürel olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Sinvar diplomatik süreci devam ettirecek mi?
Sinvar isminin Gazze ve Hamas açısından neler getirebileceğine geçmeden önce birkaç hususu netleştirmek yararlı olabilir. Öncelikle Hamas’tan diplomatik manevraların beklendiği bir ortamda asıl sorunun İsrail’in sonu gelmeyen terör eylemleriyle her türlü girişimi baltalaması olduğu unutulmamalıdır. Heniyye suikastı bunun en net tezahürlerinden biridir. İkincisi ortada herhangi bir somut çözüm ümidi olmadan Hamas’tan taviz beklemenin bir sonuç vermediği İsrail saldırganlığının uzun tarihi boyunca özellikle 2005’ten bu yana defalarca görüldü. Üçüncü husus ise Sinvar’ın şahsıyla alakalıdır. 7 Ekim’deki Aksa Tufanı Operasyonu’nun mimarlarından biri olması nedeniyle Sinvar’ın diplomatik girişimleri dışladığı ya da önemsemediği düşünülse de aslında bu pek de böyle değil. 2017’de göreve geldiğinde İsrail işgaline "barışçıl ve toplumsal" yöntemlerle direneceklerini açıklayan Sinvar’ın İsrail saldırganlığının daha önceki safhalarında sergilediği tutumu ve yaptığı açıklamaları hatırlamak onun bakış açısıyla ilgili fikir verecektir.
6 Mayıs 2021’de İsrail Yüksek Mahkemesinin Kudüs’ün Şeyh Cerrah Mahallesi’nde oturan bazı Filistinli ailelerin evlerinden zorla çıkarılmasına ve başka bir yere yerleştirilmesine karar vermesiyle başlayan olaylar üzerine Hamas ve diğer direniş grupları tarafından başlatılan Kudüs Kılıcı Operasyonu’nun ardından Sinvar, 26 Mayıs’ta bir konuşma yapmıştı. Siyasi ve diplomatik süreçlerin yanı sıra Filistin halkının farklı şekillerdeki barışçıl direniş ile silahlı direnişi birleştirmesi gerektiğine baştan beri inandıklarını ifade eden Sinvar, 2018’den o tarihe kadar barışçıl direnişi benimsediklerini söylemiş, uluslararası toplumun bunu takdir etmemesini eleştirmiş ve şöyle devam etmişti: "Bunları yaparken özgür ve medeni dünyanın ve uluslararası kurumların iki esas üzerinden hareket edeceğini düşünüyorduk. Bunlardan birincisi, bu barışçıl hareketi takdir etmek ve düşmanı dizginleyerek halkımıza karşı öldürücü şekilde aşırı güç kullanımından alıkoymaktı. İkincisi halkımızın taleplerini ve haklarını gerçekleştirmek için düşmanın işgaline karşı koymaktı. Ancak iki sene geçmesine, siyonist savaş makinesinin çocuklarımızı kaçırmasına ve işgalci keskin nişancılar çocuklarımıza ateş edip onları alınlarından, gözlerinden, bacaklarından vurmasına rağmen dünya olan biteni izlemekle yetindi, özgür dünyanın kalbi titremedi ve harekete geçmedi. Tekrar belirtmek isteriz ki biz bu işgal gücüne barışçıl araçlarla, halk direnişiyle karşı koymak istiyoruz. Ancak düşman tüm kırmızı çizgileri çiğneyince silahlı direnişe dönmek zorunda kalıyoruz."
Gerçekten de uluslararası toplumun her defasında İsrail’in "suyuna gitmesi" ve hatta onu desteklemesi, Filistin’in genelinde ve Gazze’de gelinen noktanın asli nedenlerinden biridir. Peki Hamas’taki bu görev değişimi, süreci nasıl etkileyecek?
Sorun İsrail mi Hamas mı?
Gazze’de açık şekilde savaş suçu işleyen Binyamin Netanyahu yönetiminin Sinvar’ı ve onun üzerinden Hamas’ı karalamaya çalışması ciddiye alınacak bir çaba değilse de bunun Batılı başkentlerde alıcısının olduğu aşikardır. Ancak diğer yandan ABD ateşkesin süratle imzalanmasını istiyor. Nitekim 9 Ağustos’ta ABD, Mısır ve Katar'ın imzaladığı ortak bildiri ile 10 Haziran’da ABD tarafından Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine (BMGK) getirilerek kararlaştırılan ateşkes planına son şeklini vermek üzere taraflar 15 Ağustos’ta Doha’da yapılacak görüşmelere davet edildi ve "tarafların daha fazla erteleme için mazeretinin" olmadığı belirtildi.
İsrail kanadı görüşmelere katılacağı sinyalini verse de Hamas henüz net bir açıklama yapmadı. Ancak Hamas’ın pekala meşru bir mazereti var; İsrail'in katliamı hız kesmeden devam ediyor. Netanyahu, saldırılarına ara vermeyerek askeri ve siyasi anlamda güçlü olduğu izlenimini vermekte ısrarcıyken Hamas’ın, liderini henüz iki hafta önce öldürmüş bir tarafa zeytin dalı uzatması, Filistin direnişinin sergüzeşti kadar asimetrik savaşın mantığına da aykırı olurdu. Kaldı ki ABD dahil hiçbir devlet görüşmeler yeniden başlasa dahi eş zamanlı olarak İsrail’in Gazze’de sivilleri katletmeye devam etmeyeceğinin garantisini vermiyor. Yani sorun bizatihi İsrail’in kendisi.
Sinvar’ın mezkur konuşmasında ortaya koyduğu yaklaşım halihazırda devam eden süreç için de geçerli: "Bugün dünyanın ve dünya liderlerinin önünde bir fırsat var. Eğer bölgede istikrarı muhafaza etmek istiyorlarsa siyonist işgal yönetimini halkımızın haklarına saygı duymaya davet etsinler biz de bu savaşın kazanımlarını siyasi çözüme dönüştürelim."
Dolayısıyla önemli bir fırsat olan 15 Ağustos’taki görüşmelerden sonuç bekleniyorsa öncelikle İsrail saldırılarının durdurulması gerekir. Aksi halde süreç içinden çıkılmaz bir hal alacaktır. Her ne kadar Sinvar yönetimindeki Hamas siyasi çözümden yana olsa da Sinvar’ın sertleşmekten çekinmediği, bunun onun yönetimindeki Hamas için de geçerli olduğu ve hatta bu sertleşmenin riskli boyutlara ulaşabileceği unutulmamalıdır. Hamas’ın Yahya Sinvar seçiminden çıkan en önemli mesaj budur.
[Yüksek lisans ve doktora çalışmalarını Leiden Üniversitesi İran Çalışmaları bölümünde tamamlayan Doç. Dr. Serhan Afacan, Marmara Üniversitesi Orta Doğu ve İslam Ülkeleri Araştırmaları Enstitüsünde Öğretim Üyesidir.]
*Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Daily Ummah'ın editoryal politikasını yansıtmayabilir.